Bir haftadır yazı yazmıyorum. Aklım ve gözlerim bulanık. Geçici olarak tedavülden kaldırdım kendimi. Bu zaman zarfında yaptığım tek şey uyumak ve okumak. Uyku iyi geliyor ancak ölçülü olmak lazım. O kadar alışmış ki bünyem şehir hayatının velvelesine, sessizlik ve dinginliğe uyum zaman alıyor.

  Uyandığınızda yaşam belirtilerine dair hiçbir izin olmadığını düşünün. Dışarı adım attığınız anda ise asıl olana, tabiatın korosuna eşlik ettiğinizi. İşte böyle  bir yerdeyim. Yok Maldivler'e gitmedim ya da uzak doğu Asya’da değilim. Oralar da rotamızda var ancak yakın geleceğe devrederek şimdinin tadını çıkaralım.
Her yaz tatilinin vazgeçilmezi olan memleketime geldim. Anadolu’nun ortasına sınır, doğunun içine dahil edilen ancak Türkiye’nin her yerini anımsatan Malatya’dayım. Severim memleketimi her ne kadar burada doğmamış olsam da ..Ağaç büyür köklerine tutunur. Benimki  kaybolmamak ya da savrulmamak adına bir bağ.
  Uzun, çok uzun bir yolculuğun ardından, oflaya puflaya geldik buraya.  Şehir merkezine giriş yaparken yol hemen bitsin diye sığınmış olduğum uykumdan uyandım. Bir yıldır görmediğim köyüme uzanan yolları izlemek için yolcusu inmiş olan ön koltuğa yerleştim. Ah manzaranın yanında bir çay olsaydı da içseydik ancak malum ramazan..  Başka yollara, başka baharlara erteledik o hayali. Otobüs az gitti uz gitti dere tepe düz gitti. Şoför artık yorulmuş menzile varmanın derdinde. Bir de açmış sadece Anadolu otobüs seferlerinde duyabileceğiniz dertli parçaları… Ya dayı nasıl zevk alıyon diyecektim şu müzikten. Ama neylersin her nesnenin bir alıcısı olur dedim güldüm geçtim.

  Bu arada nisanda yağması gereken  yağmurlar mayıs sonunda yağınca güzelim çayırlar, otlar, tarlalar bitkiler yeşile durmuş ki sormayın gitsin. Bilen bilir Anadolu bu mevsimde acayip kuru bir havaya sahip olur. Otlar kurur kalır. Öyle ki yaz ayı boyunca yeşili özlersiniz. Yeşil çeker canınız.

  Gözlerim salınıp durmakta olan buğday tarlalarında. Kayısı ağaçları benim cephemin tersi tarafında kaldığı için dikkatimden kaçmış. Bende görebildiklerimi kaydettim hafızama. Tabiata doğru sokulduğumuzun sinyalleri çalıyor. İleride kocaman bir elektrik direğine yuvalanmış leylek yavruları gördüm. En değme ustaları çağırsan bu kadar muntazam bir işçilik çıkaramazlar. Yuvaya hayran kaldım. Üç beş saniye takılı kaldı gözlerim. . Hala umudun ve yaşamın devam ettiğine dair belirtiler sezdim.  
    Şehirdeyken yürüyen ölüler olduğumuzu düşünüyorum. Kimse kimsenin farkında değil.Kapılmışız bir hengameye kalabalık bizi nereye sürüklerse oraya gidiyoruz.Nefes almak, yenilenmek mümkün değil.Ancak gerçek yaşamın farkına varmak kırsalda gerçekleşiyor.Herkes tatmalı bu nefis hissi.Daha nasıl anlatmalı bilemedim.Bu yazı da böyle sonlansın.
     


Yorumlar

  1. "Yok Maldivler'e gitmedim ya da uzak doğu Asya’da değilim. Oralar da rotamızda var" güzel düşünceler, gözlemlerinle, gözlemlerine kattığın düşüncelerinle akşamımı çok farklı yerlere götürdün, yeni yazılar görmek dileğiyle başarılar...

    YanıtlaSil
  2. Çok başarılısınız devamını bekleriz efendim ��

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkür ederim.ısrarla devamı gelecek. :)

      Sil
  3. Hisler güzel,okudukça da hislendim.Herkese nasip olsun o zaman dere tepe gitmek.Bir bakarsın birlikte gideriz dere tepe.
    rEz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. inşallah ancak siz daha kalabalık yerlerde olmayı seviyorsunuz. bilmem gelirmisiniz???

      Sil
  4. Ölümün olduğu şu hayatta daha ciddi ne olabilir ki. Yazının konusu harika. Ama Camus'a biraz haksızlık yapmışsın gibi geldi. Ne diyordu üstat 'Hayatta tek problem vardır o da intihar'

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar